23 Ekim 2015 Cuma

Kalenin en yüksek burcuna çıkıp "içim yanıyor lan anasını laciverte boyadığımın çocukları" diye bağırmak isteyip bağıramıyorsam, varlığı zenginlik olan dostum " kendine gel, dik dur" diyorsa, en yakın çevrem hissi anlamak yerine " yat, uyu ne saçmaliyosun" diyorsa ve ben çareyi tatlıyla turşuyu aynı anda yemekte buluyorsam, yakın bu şehri aq
Özgür fikrin surlarından el sallayıp "nabersiniz lan" demek istiyorum.
Hayatı bakışına bırak, arada açıyı değiştirmeyi unutma .
Farzederek yaşa, mutlu ol.
"Hayatın ezdiği taraflarını" kadehe koyup, mektum duyguların şerefine içen kadın gibiyim. Milletin ağzını kapatan bir isyanla ağlasam, ağladıkça dünyanın hiçliğini varlığımla pekiştirebilirmiyim ki? Yahut kendimden feda ettiklerimin sağlamasını yaptığımda, elde var sıfırın baskın gücünü hissetmemek adına kendimi nasıl kandırabilirim.? .
Kalem kurşunları vardı. Parmak uçlarından bir bir dökülürken muhatabının canına kasteden...

12 Ekim 2015 Pazartesi

İnsanlık ölmeden konuşmamız gerek sevdiğim.
Sevgi kısırı insanlarla dolmadan dünya
Çiçekler boynunu yere eğmeden
Kutuplarda karlar erimeden
Son sigara küllükte can vermeden konuşmamız gerek.
Ettiğimiz dualar kabul olmasada amenna.
Kötülükler zuhur etmeden
Herşeyin sahteliğini görmeden
İki bardak rakıda sarhoş olmadan konuşmamız gerek.
Dünyanın yerlebir olmasını siktiret.
Kalplerimiz yerle bir olmadan, cok gec olmadan
Kırmızı ışık yanmadan konuşmamız gerek...
Duvara sırtın dayalı, çömelmiş halde dizlerini karnına çekip, kollarını dizlerine bağlayıp, başını kollarına yatırırsan ve bunu bir banyo kabininin içinde sıcak suyun altında yaparsan..
bide buna ağlayarak iç çekme eklersen, dünyanın en hüzünlü kadını pozunu verirsin
Kalp kırıklığım sofraya dağılan ekmek kırıntıları gibi ne kadarda çok. Havada asılı kalmış sana ulaşmamış cümlelerim cam kırığı gibi batıyor. Canım yanıyor. Kristal kristal damlıyor gözyaşım.Beni üzme. Her mutluluğumun sebebini sana bağlamışken görevi bitmiş mutfak süngeri gibi atma beni.
Boynum bükü değil hayır! Sadce bakışlarım yere dönük.
Kusturuyor çaresizlik.
" Kahretsin" kelimesi içerisinde o kadar çok " yeteeeer!
barındırıyor ki; Beni delirtme!!!!!
Arşı titretse özlemin nafile
Yattığın çarşafta iz bırakmadın mı neye yarar aşk.
Varlığının olmadığı bu şehir, kendi yüzölçümü kadar genişlikte bir tabut ve ben her dakka bu tabuttan çıkmak için varlığına ihtiyaç duyuyorum.
Sevişmelerden rahmine düşen mutluluklar vardı. Bedeninde yerleşik, kalbinde ürkek
Yalnızlığa kalp bağışladım, içimde ki aşk bitti.
Ananıza, sokakta canlı yayın yapan bir TV'nin arka fonundan geçerken vuruldum yavrularım...
Çarptığında çoğalan sayılar gibi; umarsızca yürüdüğümüz kalabalığın içinde birbirimize çarpsak tekillikten tekessür eder miyiz dersin?
(...) Ayak ucundaki sahipsiz poşetin uçurumdan düşüşünü izledi. Elleri titriyordu. Oracığa bayılsa ne olurdu? Sadece hiç! Kendini kötü hissetmesi bedensel çöküşüne neden oluyordu. Diline pelesenk olan bir şarkı mırıldandı istemsiz. İki adım ilerledi. Şu an tam uçurumun kenarındaydı. Ölüm, boşlukta bir adım ötede, hayat ise ayağının şu an bastığı yer kadardı.
Saçlarının güzelliğinden rüzgara bir parça armağan etti. . Düşündü. Tam kendini uçurumdan bırakacaktı ki, o anda bir adam kollarından tuttu. Kadının hiç beklemediği bi yetişmeydi bu.. kalbi hızlı hızlı çarptı..Kadın tam bişey dicekti ki; adam; " Hiç bişey kendini öldürmen için sebep olamaz, kıyma kendine " dedi... yüzüne baktı kadının.. alnından öptü..
Sonra kısa bi an düşündü ve " banane amk geber" dedi ve kadını uçurumdan aşağı itti.
Öyle bi yokuşsun ki; İçi tıka basa duygu yüklü Hacı Murat'tır kalbim..
Duydugunuz anda fazlaca hızlı beyne nüfuz eden sözcükler var. Saniyenin bilmem kaçta kaçı bi anda sarsıcı bi şekilde beyinde izdiham yaratan soru bombardımanına maruz kalıyorsun sanki. Afalliyosun.
Bazıları yer yarılması kadar etki yapıyor. Bazılarında, vücudun bazı yerlerinde aşırı ısınmaya yol açıyor. Üşüme hissi, unutkanlık. .....
Duygular, dilden önce cevap veriyor...
Mutluluğa ne kadar mahrum bırakılmışsa adım,
Giyotine baş veriyor eksik kalan her yanım..
Hizir'a bırakılmış hayatlar yaşıyorum
Zaman paylara bölerek geçiyor üstümden
Kestirme yol arayan yolcu gibi
Taşlı yolların amennası dilimde.
Yok oluyorum yeryüzünden lime lime
Leş kokulu sanrılarımı karadeliklere atıp
Muptelası olduğum mutsuzluklarımı da katıp
Sabrı güç yorgunluğumun hüznüyle deşiyorum vücudumu,
Bıraktım dünya ile köpek dövüşümü.
Kalelerim yenik, parçalı toprak
Sonum şefkatsiz
Şimdi ışınlanma zamanı
Merhaba oksijensiz hayat.
Anlat biraz
Sabahlara yanlız uyananlari anlat.
Çayı tek içmenin eksikliğini anlat
Kağıt kesiği kırılmaların kalbe batışını
Pencere pervazında düşünülen şeyleri anlat.
Arasından su sızmayan dostlukların nasıl deniz altında kalabildigini anlat.
Ben çıkamadım işin içinden, sen bi çıkar yolunu anlat.
Sevdiğin insanların varlığı ruhundaki gedikleri kapatır.
Aşık olduğun insan ise ruhunu yeniden inşa eder...
(...) Tekli koltukta önümde oturan, ayağının dibine koyduğu alışveriş poşetlerini düzeltmeye çalışan, yüzüne düşen kahkülünün altında keşfedilmemiş bir güzellik yatan o kadın ; kendisine çaktırmadan, arkada oturan benin, ellerine dağılan saçlarına dokunup, sonrada rastgele geldiğine inanıp hüzünlenen bu insanın farkında olur muydu acaba?
Nerden olsundu ki. Nedensiz arkasına dönse bile farkımda olmayacak. Göz göze gelsek bile uzun uzun bakamamanin kaybedişiyle elimi kolumu nereye koyacağımı bilemeyeceğim.
Ne kadar hüzünlü bi fotoğraf.
Adına; nefes kadar yakınız, kutup kadar uzağız koydum.
Her günü aynı geçen için zaman makinesinin bi anlamı yoktur. (21.y.y. atasözü yaptım)

Sanma ki her dert sende, kaldın dipsiz kuyuda, Bittim dediğin yerde kaldırır, budur  kaderin bi huyuda.